Savaş Ve Barış
03 Mayıs, 20141 Mayıs her yıl Emek Dayanışma ve Mücadele Bayramı olarak kutlanmaktan uzaklaşıyor-uzaklaştırılıyor.
Sorun, “üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi” düşüncesi arasına sıkışan ‘Taksim’e çıkarız, Taksim’e çıkarttırmayız’ kamplaşmasından doğuyor.
Bu kamplaşmayı yaratan ve sorunu tırmandıranlar, her seferinde işçilerin, memurların, emekçilerin haklarının konuşulmadığı ‘gerginlik günü’ olarak günü bitmesine neden oluyorlar.
Sonuca baktığımızda; İşçilerin ekonomik ve sosyal hakları konuşuldu mu?
İşçilerin hak ve talepleri konusunda sendikalar nereden nereye geldi?
1 Mayıs Türkiye’de nasıl bir iz bıraktı?
Dünyanın çeşitli ülkelerinde de kutlanan 1 Mayıs etkinlikleri önceden yer belirtilip, izin alınması kaydıyla planlanıyor. Şayet yapılmak istenen yürüyüş ve gösterinin kamu düzeni veya güvenliği için tehlike arz etmesi durumunda tıpkı bizdeki uygulama gibi ilgili dairenin bu eyleme izin vermeme hakkı var. Şiddet içeren protestolarla gösteri ve eylemlerin anayasaya aykırı olduğu durumlarda devam eden gösteri ya da eylem iptal ediliyor. Anayasa aykırı olan parti ve organizasyonları destekleyen gösterilere izin verilmediği gibi yasa dışı parti ve derneklerin yapacağı gösterilere de izin verilmiyor. Gösterilerde üniforma giymek ve silah taşımak yasak… Polis, gösterinin düzenini bozan kişileri gösteriye katılma yasağı getirebiliyor.
İşçi sendikaları burada önemli bir rol üstleniyor. Gösterilerin olaysız geçmesi için kendi görevlendirdiği kişilerle güvenliğin sağlanmasına da yardımcı oluyor.
Türkiye’de kendi içinde örgütlenemeyenler bir organizasyonu sahiplenebilir mi/sahiplenebilmişler mi?
O zaman; işçilerin hala emeklerinin karşılığını alamadığı bu ülkede 1 Mayıs'ta neyi kutluyoruz?
Kayıt dışı çalışarak her ay işten çıkarılma ve maaş alamama korkusunu mu? Asgari ücretin de altında maaşla günde 15 saat insani olmayan koşullarda hunharca çalıştırılmayı mı? Sigortasız ve sosyal güvencesiz, geleceksiz bir hayatı mı? Emek sömürüsü ve patron zulmünü mü? İşsizliği mi?
“O zaman amaç şiddete fırsat sağlamak mı” diye düşünmeden edemiyorum!
Daha önceleri de Taksimde kutlanan 1 Mayıslarda kitlesel eylem yapmanın kamu düzeniyle bağdaşır tarafı var mıydı?
Kamu düzenini bozacak tavırları halk istemiyor. Sendikalar bu konuda kendi örgütsel düzenini sağlayamıyor. Radikal örgütler kamu düzenini bozucu hareket ediyorlar.
Metod olarak şiddeti benimseyen radikal örgütler 1 Mayıs’ı bayram havasından çıkarıp şavaş havasına girmesine de neden oluyorlar.
Oysa ki sendikalar radikal gruplarla kesişmeden bayramı bayram gibi yaşamak ve seslendirmek hedefinde olsalar bu sıkıntıların hiçbirinin yaşanmayacağına eminim.
Esnafa ve çevreye kamu mallarına zarar verenlerle, polisi taşlayanlarla, ortalığı savaş alanına çevirenlerle aynı yolda yürümek sendikaların mücadele yöntemimidir?
Bayram için gelen insanların canın yanmasına vesile olmak mıdır?
Ankara’da, İzmir’de, Kayseri’de, Diyarbakır’da ve yurdun diğer illerinde halay çekerek kutlanan 1 Mayıs değilmiydi?
Bayram denince aklımıza şenlik ve gösteri havasında kutlanan etkinlikler gelir.
İşçi dövme bayramı, ya da ulusal gaz atma şenlikleri ya da milli toma geçiş töreni gelmez!
Sokakların kavga alanına dönüştüğü, göstericilerin güvenlik güçlerine saldırdığı güvenlik güçlerinin göstericileri dağıtmak için su biber gazı mermi cop kullandığı bir etkinlik bayram olabilir mi?
DİSK - KESK ve bazı sendikaların Taksimi kutsallaştıran ve Taksim anıtını kabe gibi algılayıp başka meydanda 1 Mayıs kutlanmazmış gibi tavizsiz tutumları sonucunda maalesef “1 Mayıs Emek Dayanışma ve Mücadele” bayramı her sene savaşa dönüştürülüyor.
Peki, 1 Mayıs’ın bayram olmaktan çıkarılarak, savaş gününe dönüştürülmesi işçi sınıfının ve emekçilerin hangi sorunlarının çözümüne katkıda bulunmuştur.
Sendikasız işçilerin sendikalılaşmaya önündeki engeller ortadan kalktı mı?
Bütün işçiler sendikalı mı?
Kayıt dışı istihdamın önüne geçildi mi?
Taşeronlaşma sona erdi mi?
İş güvenliği ve işçi sağlığı tedbirleri en yüksek düzeye çıkarılıp iş kazaları minimum düzeye indi mi?
Asgari ücret insanca yaşamaya uygun bir düzeye çıkarıldı mı?
Yani DİSK’in “Taksim” mücadelesi işçi ve emekçilerin hangi sorunlarını çözdü.
Eğer bu mücadele işçilerin tek bir sorununa derman olacaksa o zaman gidelim hep birlikte tomaların önüne yatalım. O zaman gidelim hep birlikte biber gazı yiyelim.
Yok, bu bir inatlaşma ise projesi ise, sokak mücadelesini yükselterek iktidara meydan okuma ise o zaman bunun adı emek mücadelesinden çıkıyor, siyasi mücadele olarak karşılığını buluyor. Elbette sendikalarda siyasi mücadelenin içinde yer alabilir.
Sendikaların görevi iktidarla işçiler-emekçiler için “insanca çalışma ve yaşama hakkı” planları yapmak değil mi?
Ancak unutulmamalıdır ki sendikalar bir siyasi parti değildir.
Öncelikleri emeğin hakkını korumak olmalıdır.
Sendikalar bir siyasi partinin arka bahçesi gibi davranır siyasi lider gibi muhalefet mücadelesi yaparsanız o zaman en başta işçi sınıfının mücadelesine zarar verirsiniz.
Ne olurdu daha geniş daha müsait daha ulaşımı kolay meydanlarda omuz omuza kol kola halay çekip işçi sınıfının taleplerini haykırsaydınız.
Ne olurdu hükümetin çalışma hayatı hakkındaki tasarruflarını barış içinde eleştirip değerlendirseydiniz.
Mücadele illa sokakta kavga ederek mi olur.
Mücadele illa polisi taşlayarak mı olur.
Mücadele illa devlete meydan okuyarak mı olur.
Başınıza gelecekleri bilmenize rağmen ısrarla sınırları zorlamaya kalkışmak ve kavga içinde 1 Mayıs kutlaması resmi vermek acaba kime ne fayda sağlıyor.
Bugün ambulansları bile kırıp dökmeye çalışan vandamları, üniversitelerin araştırma laboratuarlarını harap eden marjinal örgütleri koltuğunuzun altına alarak aslında halktan ne kadar koptuğunuzu da göstermiş oluyorsunuz.
Ondan sonrada bu halk bize neden oy vermiyor diye de nafile sorular soruyorsunuz.
Bu halk hiçbir zaman kavgaya ve dövüşe pirim vermedi – vermeyecek de.
Çünkü Dünya yeni nesil iletişim dilini kullanıyor. Bu dil uzlaşma-anlaşma dilidir.
Yorum Ekle
Yazarın diğer yazıları
SOSYAL MEDYA
MAGAZİN
Gülseren Budayıcıoğlu'ndan 'Kral Kaybederse' itirafı
Star TV’nin çok izlenen dizisi Kral Kaybederse, ikinci sezon onayını alarak yoluna devam etmeye hazırlanırken, dizinin uyarlandığı kitabın yazarı Gülseren Budayıcıoğlu’ndan çarpıcı bir aç...
TEKNOLOJİ
EDİTÖR'ÜN SEÇTİKLERİ
Her 5 çocuktan biri büyüyemiyor!
Türk Pediatri Kongresi, bu yıl 60. kez pediatri camiasını bir araya getirdi. 2 binden fazla çocuk hekiminin katıldığı kongrede, farklı başlıklardaki oturumlarda 300’ün üzerinde konuşmacı ve başkan görev alarak kongreye doğrudan destek verdi.
Yorumlar
Bu haberde yorum bulunmamaktadir.